Tanıdık bir yarayı mı istersiniz yoksa yeni, belirsiz bir sızıyı mı? Yeşil dikenler mi yoksa tatlı, şirin mor renkli olanlar mı? Ruhunuza batacak olan dikeni kendiniz seçmek ister misiniz?
“Tolstoy’un bisikleti” diye bir kavram var. Tolstoy altmış yedi yaşında bisiklet sürmeyi öğrenmiş ve bu kavram onunla özdeşleştirilmiş. Kavram bize, öğrenmenin yaşı olmadığını ve hayatta hiçbir şey için geç olmadığını anlatıyor. Peki onu altmış yedi yaşında bisiklet sürmeye iten kuvvet nedir? Kesin sebebini ben de bilmiyorum ama muhtemelen ‘ölüm korkusu.’ Artık sona geldiğini hisseden insanın korkuları sona eriyor; yerini sakin bir teslimiyet alıyor. Zamana, mekana, eşyaya teslim olmak. ” İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur,”diyor Nazım Hikmet. Ya siz, unutanlardan mı olmak istersiniz yoksa çıldıranlardan mı?
Tolstoy’u altmış yedi yaşında bisiklet sürmeye iten kuvveti biliyoruz ya da tahmin edebiliyoruz. Peki insanı altı yaşındayken bisiklet sürmeye iten kuvvet nedir? Merak, tutku, heyecan… Belki de hiçbir zaman adını bilemeyeceğiz ama yaşımız kaç olursa olsun, şartlar nasıl olursa olsun, bizi yaşama bağlayan, güzellikleri aratan ve bulduran içimizdeki o tanıdık his iyi ki var.
Bir yanıt yazın