Sabah otobüse bindim, Şoför yolcunun biriyle konuşuyordu. “ Otobüse bindiğinden beri ne geri gittin ne ileri. Yolu tıkadın kaldın. Hem engellisin hem engelli kartın yok. Bir de şoförlere dikleniyorsun. Bari kendini biraz acındır. Seni tanıyorum diye aldım başka otobüse binemezsin haberin olsun.” Dış görünüşünden engelli olduğu hiç anlaşılmayan adam “ geçen gün şoförün biriyle tartıştık kavga edecektim, ben de kızdım kırdım kartımı, yenisini çıkaramadım” dedi. Gönülsüz bir merakla dinleyip, başını bilmediğim bu sohbette kendimi bir şoförün bir yolcunun yerine koyup anlam vermeye çalıştım. Haklı kim, mağdur kim? Duyduklarım canımı sıktı. Aklıma okuduğum kitabın daha dün akşam bitirdiğim kısmı geldi. Doğan Cüceloğlu’nun “korku kültürüyle yetişmiş toplum” tanımı tam da bu durumu anlatıyordu. Korku Kültürü (Niçin ‘mış gibi’) Yaşıyoruz?” adlı kitabında:
• Bir toplumda “korku kültürü” egemense, orada ne “gerçeğe koşulsuz saygı” vardır ne de ´can´ önemsenir. Her şeyde olduğu gibi bilimsel düşünce de gelişemez ve hayatlar ancak “mış gibi”yaşanır.
Bir toplumda “korku kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayamaz. “İnsanmış gibi” görünür, ama gerçek insan olamamıştır.
Bir toplumda “saygı kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayabilir. İnsanmış gibi görünür ve gerçekten insandır ve insan gibi düşünür, duyar ve davranır.
Gerçek insan olma sürecini tamamlayamamış insanlar mış gibi yaşarlar.
Korku kültüründe yaşayanların temel sorunu şudur: insanlar, mış gibi yaşadıklarının farkında değildirler. Mış gibi yaşayanlar çoğunlukta olduğu için mış gibi yaşamak o toplumda normal yaşam tarzı olur.
Bir yanıt yazın