“ya ben öleyim mi söylemeyince”

Kendini bir şeyden koruyan tavır, öyle olmayı öğrenmiş bir varoluş. Susmanın lanetini yenmek için konuştuğu her seferinde, kaybolmuş bir çocuk gibi ortalıkta buluyor kendini. “Dünyaya alışmış, çabasına bir isim vermişler” gibi olamıyor. Ne dışarıda kalmanın ne de içeride olmanın bir yolu yok. Karışamadığı kalabalıklara uzaktan bakıyor. Sözlerini de yanına alıp gidiyor. Bu yüzden laneti devam ediyor. Susuyor.

(Köksal Alver / Edebiyat Sosyolojisi)
Anlatmak, tıpkı hikâye gibi asıl ve temeldir. İnsan, anlatandır, anlatmak zorunda olan bir varlıktır. “Öyküler duymak ve anlatmak insanın temel bir dürtüsüdür”. Yunus Emre’nin “ya ben öleyim mi söylemeyince” dizesi biraz da bu zorunluluğu açıklamaz mı? Söyleyemeyince ölmek… söyleme ile yaşamak arasındaki yıkılmaz köprü… İnsan, söyleyemeyince boğulur; içindeki onu yiyip bitirir. Dayanamayacağını bildiği için de konuşur ve anlatır. “Anlatma serüveni, bir yönüyle gerçek dünyanın şekli şemaili ve yaşanılırlığını yeniden keşfe yönelir. Hatta sadece keşifle yetinildiği de söylenemez. Anlatarak yapar, kurar, düzenler ve adeta yeniden inşa eder.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir